KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN
( 1495-1566)
Osmanlı İmparatorluğu'nun en uzun hükümdarlık eden Sultanı... Devletinde tesis ettiği adaletle bütün dünyada ün yapmış ve "Kanunî" adına hak kazanmış bir padişah... Zamanında Akdeniz bir Türk gölü, üç kıta Türk buyruğu altında idi.
27 Nisan 1495 günü, babası Yavuz Selim'in valilik ettiği Trabzon'da doğdu. Annesi, Kırım Hanı'nın kızı Ayşe Hafza Hatun’dur. Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi'nin büyük annesinden süt emmiştir. Çok iyi hocalardan ders gördü. Çağın bütün bilgilerini öğrenerek yetişti. Kültür, sanat, askerlik derslerini bir arada aldı. Sanat olarak kuyumculuğu öğrenmesi istenmiş, fakat genç Süleyman bu sanata önceleri pek yatkınlık göstermemişse de, sonradan bu sanaatı de mükemmelen başarmıştır.
15 yaşında iken, önce Karahisar, sonra da Kefe Sancakbeyliği'ne getirildi. Babasının savaşlarında, saltanat kaymakamlığı yapıyor, devletin bütün sorunlarını çok yakından biliyordu. Babasının tek oğludur. Bu yüzden, kardeşleriyle uğraşmak zorunda kalmamıştır ama daha sonra oğulları ile dertlenmiştir. Yetişkin bir oğlunu, devletin bekası adına öldürtmesi, hayatının en büyük dramıdır.
KUŞATMA MEVSİMİ GEÇMİŞTİ
Babası Yavuz Sultan Selim'in vakitsiz ölümü ile 1520'de Padişah olduğu zaman, yetişkin bir devlet adamı idi. Belgrat Kalesi, ataları tarafından çok zorlanmış, birçok defalar kuşatılmış, fakat düşürülememişti. Kanunî, yapılan savunmanın şiddetine, dehşetine rağmen, kaleyi düşürmeye muvaffak oldu. Fakat şehir yanıp yıkılmış, harap olmuştu. Kanunî, yerli Hıristiyanlardan 21.000 işçinin ücretini vererek şehrin imarını emretti. Kısa bir zamanda Belgrat, eskisinden güzel, eskisinden değerli eserlerle süslemiş olarak yenilenmişti.
Kanunî'nin bu tutumu, bütün dünyada yankılar yapmış, hayranlık uyandırmıştır. Belgrat dönüşü İstanbul'a geldiği zaman, kendisini Yemen elçileri beklemekte idiler. Yemen'in anahtarlarını Kanunî'ye teslim ettiler ve bağlılıklarını bildirdiler.
Rodos, dünyaca tanınmış bir Akdeniz adasıdır. İçinde uygarlıklar yaşatmış, daha sonraları da Saint Jean şövalyelerinin merkezi olmuştu. Çetin bir kuşatmadan, amansız saldırılardan sonra kale düştü ve Osmanlı sancağı kale burçlarına şerefle çekildi (1523).
Alman imparatoru Şarlken , aynı zamanda İspanya Kralı sıfatıyla Avrupa'da büyük bir devlet kurmak yolunda idi. Yakın akrabası Macar Kralı'nı da yanına alarak Türkler'e kafa tutmak istiyordu. Fransa Kralı I. Fransuva, Şarlken'e esir düşünce, Kanunîye başvurarak kurtarılmasını istedi. Kanunî, bir yandan Akdeniz'deki Türk donanması ile İspanya sahillerini yaşanmaz hale getirirken, bir yandan da Macaristan üzerine yürüdü (1526). Mohaç Meydan Muharebesi'ni, iki saatte kazandı. Böylece Macaristan tarihten silindi ve Osmanlı sınırları Viyana kapılarına dayandı.
ŞEHİR YANIP YIKILMIŞ HARAP OLMUŞTU
Macaristan'ın bazı bölgeleri.Şarlken'in elinde idi. 1529 Mayısında Kanunî, büyük bir ordu ile bu topraklar üstüne sefer etti. Fakat Alman imparatoru, Kanunî ile karşılaşmaktan çekindiği için, istediği toprakları boşalttı, böylece savaştan kurtuldu. Bunun üzerine Kanunî, Viyana'yı kuşatarak Almanları cezalandırmak istedi. Kuşatma mevsimi geçmişti. Kış yaklaşıyordu. Kanunî kuşatmayı kaldırarak İstanbul'a döndü.
Iran, doğu sınırlarında huzursuzluk çıkarıyordu. Kanunî, biri Makbul İbrahin Paşa'nın komutasında, biri kendi komutasında iki ordu ile İran üzerine yürüdü ve bu iki ordu Tebriz'de buluştular. Hemedan'ı, arkasından Bağdat'ı ele geçirdi. Bütün Irak kesin biçimde imparatorluk sınırlarına alındı. Aynı yıl Barbaros, Tunus'un Osmanlı topraklarına katıldığını müjdeliyordu.
Seferler birbirini izlemiş, Korfu da Venedikliler vurulmuş, Boğdan tam anlamı ile merkeze bağlanmış, Estergon Kalesi alınıp, akıncılar merkezi haline getirilmiş, Macaristan, bir eyalet haline konmuştur. Kanunî, 7.3 milyon kilometrekare aldığı Osmanlı topraklarını 13.7 milyon kilometrekareye çıkarmıştır. Almanlara son bir ders vermek için giriştiği Zigetvar Savaşı'nda, zaferi görmeden ölmüştür.
İPEK YOLU KONUSU İLE BİLİMSEL OLARAK İLGİLENMİŞTİR
Kanuni, Osmanlı tarihinin en uzun hükümdarlık etmiş sultanıdır. Sadece Osmanlı topraklarını genişletmekle kalmamış, Ümit Burnu'nun keşfi ile İpek Yolu'nun önemini kaybetmesi üzerine, bu ekonomik ve stratejik konuyu ciddiyetle ele almış, imparatorluğun en haşmetli günlerinde, Fransızlara gemilerinin eskisi gibi Türk limanlarına gelmelerini sağlamak düşüncesiyle imtiyazlar tanımıştır. İpek Yolu'nun önemi, Osmanlı ekonomisi için büyüktü. Kervanların geçtiği yollarda bir sanayi kurulmuş ve bu sanayi, Batı'daki altın ve gümüşü, Doğu'ya çeker olmuştu. Böyle bir gelirden yoksunluk, Osmanlı bütçesine yeni bir yük getirmekle kalmamış ayrıca kervan yollarında ekonomik bir buhranın hüküm sürmesine yol açmıştı.
Kanunî ve onun büyük veziri Sokullu Mehmet Paşa, İpek Yolu konusu ile bilimsel olarak ilgilenmişler, Don ve Volga nehirlerinin bir su yolu ile bağlanması, Süveyş Kanalı'nın açılması, Avrupa denizcilerine bazı imtiyazlar tanınarak ticaretin eski yola yeniden aktarılması teşebbüslerini birbiri peşinden düşünmüşler ve sürdürmüşlerdir. Eğer muvaffak olabilseydiler veya kendilerinden sonra gelenler bu konuyu iyi değerlendirebilseydiler, Osmanlı İmparatorluğu belki hakikaten "ebed müddet" (sonsuz) olabilecekti.
( 1495-1566)
Osmanlı İmparatorluğu'nun en uzun hükümdarlık eden Sultanı... Devletinde tesis ettiği adaletle bütün dünyada ün yapmış ve "Kanunî" adına hak kazanmış bir padişah... Zamanında Akdeniz bir Türk gölü, üç kıta Türk buyruğu altında idi.
27 Nisan 1495 günü, babası Yavuz Selim'in valilik ettiği Trabzon'da doğdu. Annesi, Kırım Hanı'nın kızı Ayşe Hafza Hatun’dur. Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi'nin büyük annesinden süt emmiştir. Çok iyi hocalardan ders gördü. Çağın bütün bilgilerini öğrenerek yetişti. Kültür, sanat, askerlik derslerini bir arada aldı. Sanat olarak kuyumculuğu öğrenmesi istenmiş, fakat genç Süleyman bu sanata önceleri pek yatkınlık göstermemişse de, sonradan bu sanaatı de mükemmelen başarmıştır.
15 yaşında iken, önce Karahisar, sonra da Kefe Sancakbeyliği'ne getirildi. Babasının savaşlarında, saltanat kaymakamlığı yapıyor, devletin bütün sorunlarını çok yakından biliyordu. Babasının tek oğludur. Bu yüzden, kardeşleriyle uğraşmak zorunda kalmamıştır ama daha sonra oğulları ile dertlenmiştir. Yetişkin bir oğlunu, devletin bekası adına öldürtmesi, hayatının en büyük dramıdır.
KUŞATMA MEVSİMİ GEÇMİŞTİ
Babası Yavuz Sultan Selim'in vakitsiz ölümü ile 1520'de Padişah olduğu zaman, yetişkin bir devlet adamı idi. Belgrat Kalesi, ataları tarafından çok zorlanmış, birçok defalar kuşatılmış, fakat düşürülememişti. Kanunî, yapılan savunmanın şiddetine, dehşetine rağmen, kaleyi düşürmeye muvaffak oldu. Fakat şehir yanıp yıkılmış, harap olmuştu. Kanunî, yerli Hıristiyanlardan 21.000 işçinin ücretini vererek şehrin imarını emretti. Kısa bir zamanda Belgrat, eskisinden güzel, eskisinden değerli eserlerle süslemiş olarak yenilenmişti.
Kanunî'nin bu tutumu, bütün dünyada yankılar yapmış, hayranlık uyandırmıştır. Belgrat dönüşü İstanbul'a geldiği zaman, kendisini Yemen elçileri beklemekte idiler. Yemen'in anahtarlarını Kanunî'ye teslim ettiler ve bağlılıklarını bildirdiler.
Rodos, dünyaca tanınmış bir Akdeniz adasıdır. İçinde uygarlıklar yaşatmış, daha sonraları da Saint Jean şövalyelerinin merkezi olmuştu. Çetin bir kuşatmadan, amansız saldırılardan sonra kale düştü ve Osmanlı sancağı kale burçlarına şerefle çekildi (1523).
Alman imparatoru Şarlken , aynı zamanda İspanya Kralı sıfatıyla Avrupa'da büyük bir devlet kurmak yolunda idi. Yakın akrabası Macar Kralı'nı da yanına alarak Türkler'e kafa tutmak istiyordu. Fransa Kralı I. Fransuva, Şarlken'e esir düşünce, Kanunîye başvurarak kurtarılmasını istedi. Kanunî, bir yandan Akdeniz'deki Türk donanması ile İspanya sahillerini yaşanmaz hale getirirken, bir yandan da Macaristan üzerine yürüdü (1526). Mohaç Meydan Muharebesi'ni, iki saatte kazandı. Böylece Macaristan tarihten silindi ve Osmanlı sınırları Viyana kapılarına dayandı.
ŞEHİR YANIP YIKILMIŞ HARAP OLMUŞTU
Macaristan'ın bazı bölgeleri.Şarlken'in elinde idi. 1529 Mayısında Kanunî, büyük bir ordu ile bu topraklar üstüne sefer etti. Fakat Alman imparatoru, Kanunî ile karşılaşmaktan çekindiği için, istediği toprakları boşalttı, böylece savaştan kurtuldu. Bunun üzerine Kanunî, Viyana'yı kuşatarak Almanları cezalandırmak istedi. Kuşatma mevsimi geçmişti. Kış yaklaşıyordu. Kanunî kuşatmayı kaldırarak İstanbul'a döndü.
Iran, doğu sınırlarında huzursuzluk çıkarıyordu. Kanunî, biri Makbul İbrahin Paşa'nın komutasında, biri kendi komutasında iki ordu ile İran üzerine yürüdü ve bu iki ordu Tebriz'de buluştular. Hemedan'ı, arkasından Bağdat'ı ele geçirdi. Bütün Irak kesin biçimde imparatorluk sınırlarına alındı. Aynı yıl Barbaros, Tunus'un Osmanlı topraklarına katıldığını müjdeliyordu.
Seferler birbirini izlemiş, Korfu da Venedikliler vurulmuş, Boğdan tam anlamı ile merkeze bağlanmış, Estergon Kalesi alınıp, akıncılar merkezi haline getirilmiş, Macaristan, bir eyalet haline konmuştur. Kanunî, 7.3 milyon kilometrekare aldığı Osmanlı topraklarını 13.7 milyon kilometrekareye çıkarmıştır. Almanlara son bir ders vermek için giriştiği Zigetvar Savaşı'nda, zaferi görmeden ölmüştür.
İPEK YOLU KONUSU İLE BİLİMSEL OLARAK İLGİLENMİŞTİR
Kanuni, Osmanlı tarihinin en uzun hükümdarlık etmiş sultanıdır. Sadece Osmanlı topraklarını genişletmekle kalmamış, Ümit Burnu'nun keşfi ile İpek Yolu'nun önemini kaybetmesi üzerine, bu ekonomik ve stratejik konuyu ciddiyetle ele almış, imparatorluğun en haşmetli günlerinde, Fransızlara gemilerinin eskisi gibi Türk limanlarına gelmelerini sağlamak düşüncesiyle imtiyazlar tanımıştır. İpek Yolu'nun önemi, Osmanlı ekonomisi için büyüktü. Kervanların geçtiği yollarda bir sanayi kurulmuş ve bu sanayi, Batı'daki altın ve gümüşü, Doğu'ya çeker olmuştu. Böyle bir gelirden yoksunluk, Osmanlı bütçesine yeni bir yük getirmekle kalmamış ayrıca kervan yollarında ekonomik bir buhranın hüküm sürmesine yol açmıştı.
Kanunî ve onun büyük veziri Sokullu Mehmet Paşa, İpek Yolu konusu ile bilimsel olarak ilgilenmişler, Don ve Volga nehirlerinin bir su yolu ile bağlanması, Süveyş Kanalı'nın açılması, Avrupa denizcilerine bazı imtiyazlar tanınarak ticaretin eski yola yeniden aktarılması teşebbüslerini birbiri peşinden düşünmüşler ve sürdürmüşlerdir. Eğer muvaffak olabilseydiler veya kendilerinden sonra gelenler bu konuyu iyi değerlendirebilseydiler, Osmanlı İmparatorluğu belki hakikaten "ebed müddet" (sonsuz) olabilecekti.